İş kazası, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesinde;
“a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
d) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olay” şeklinde tanımlanmıştır.
Yine, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 3. maddesinin (g) bendinde “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olay” ifadelerine yer verilerek, iş kazasının tanımı yapılmıştır.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ise iş kazası için “belirli bir zarar veya yaralanmaya yol açan önceden planlanmamış beklenmedik olay” tanımını yapmaktadır.
Esasında iş kazası kavramı, sosyal sigortalar mevzuatı ve bireysel iş hukuku mevzuatı bakımından farklı içeriklere sahiptir. Bu kapsamda bireysel iş hukuku anlamında iş kazası sayılan her olay, sosyal sigortalar mevzuatı açısından da iş kazası olarak kabul edilirken; sosyal sigortalar mevzuatı açısından iş kazası kabul edilen her olay, bireysel iş hukuku bakımından iş kazası olarak tanımlanmayabilir. Söz konusu çelişkinin nedeni sosyal güvenlik kurumu tarafından yapılan yardımlar ile işverenden talep edilecek olan maddi-manevi tazminat koşullarındaki farklılık olup; bilhassa meydana gelen kazadaki kusur durumu bu tespitte belirleyici bir rol oynamaktadır.
Yargıtay’ın müstekar içtihatlarına göre iş kazalarında işverenin sorumluluğu bakımından asıl olan kusur sorumluluğudur ve işverenin kusurlu eylemi ile zarar arasında uygun bir illiyet bağı yoksa işverenin sorumluluğundan söz edilemez. Hal böyleyken; kusur nedeniyle bireysel iş hukuku anlamında iş kazası olarak kabul edilemeyecek ve tazminata yol açmayacak bir olay, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından iş kazası olarak kabul edilip hak sahiplerine “iş kazası sigortası dalından gelir” bağlanabilecektir. Adı geçen gelir türü iş kazasında ölen sigortalının, kusurlu veya kusursuz olup olmadığına bakılmaksızın, belirli bir süre çalışmış olma ve prim ödeme koşulu aranmaksızın bağlanan bir gelir olup; destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi halinde bu gelirin ilk peşin değerleri tazminattan mahsup edilecektir. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından bağlanan işbu gelirin, hükmedilecek tazminattan indirilmesinin sebebi, destekten yoksun kalma tazminatı davasının hukuki temelidir. Zira iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle işverene karşı açılacak maddi zararların giderilmesi davasının hukuksal nedeni, Sosyal Güvenlik Kurumu gelirleriyle karşılanamayan zararların ödetilmesi ilkesine dayandırılmaktadır. Başka bir deyişle hak sahiplerinin zararı, tekrara ve zenginleşmeye yol açmayacak şekilde yalnızca bir kere tazmin edilmekte, aynı amaca hizmet eden ödemelerin hem kurum hem işveren tarafından tahsiline engel olunmaktadır.
Konuyla ilgili olarak Yargıtay 21. Hukuk Dairesi güncel bir kararında “Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan zararın ödetilmesine ilişkin tazminat davalarında öncelikle haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için Kurum tarafından sigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değeri ile geçici iş göremezlik ödeneğinin tazminattan düşülmesi gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir.” ifadelerine yer vermiş ve kurum tarafından bağlanan gelirin tazminattan düşülmesi gerektiği işaret edilmiştir.
Bireysel iş hukuku anlamında iş kazası sayılan her olayın, sosyal sigortalar mevzuatı açısından da iş kazası olarak kabul edilmesi (gerektiği) hususunun doğal bir sonucu olarak; iş kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle tazminat davası ikame edilmeden önce, Sosyal Güvenlik Kurumu ya da yetkili iş mahkemesi tarafından olay, iş kazası olarak tespit edilmeli ve hak sahiplerine iş kazası sigortası dalından kurumca gelir bağlanmalıdır. Zira uygulamada tazminat davaları bakımından olayın iş kazası olarak tespit edilmesi ve kurumca gelir bağlanması unsurları, Yerel Mahkemeler tarafından önsorun olarak kabul edilmekte ve başvuru yapılması/dava açılması için davacı tarafa önel verilerek, başvuru/dava bekletici mesele yapılmaktadır. Hal böyleyken, iş kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatını dava yoluyla talep etmeden önce;
1- Eğer iş kazası kuruma bildirilmedi ise, kazanın kuruma bildirilmesi
2- Olay, kurum tarafından iş kazası olarak kabul edilmez ise, iş kazasının tespiti davası açılması
3- İş kazasının tespiti davasının kesinleşmesinin akabinde, kuruma başvurularak gelir bağlanmasının talep edilmesi gerekmektedir.
(Uygulamada zamanaşımı def-i ile karşılaşılmaması bakımından, iş kazasının tespiti ve tazminat davası aynı anda ikame edilebilmektedir.)
Yerel Mahkemeler tarafından önsorun olarak kabul edilen ve yukarıda anlatılan hususların eksikliği giderilmeden dava açılmış ise Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin kararında “Kuruma belirtilen şekilde bir bildirimde bulunulmadığının anlaşılması halinde ise yapılacak iş, davacıya iş kazasını Sosyal Güvenlik Kurumuna ihbarda bulunmak, olayın Kurumca iş kazası olarak kabul edilmemesi halinde Sosyal Güvenlik Kurumuna ve hak alanını etkileyeceğinden işveren aleyhine “iş kazasının tespiti” davası açması için önel verilmesi, önel içerisinde dava açılması halinde işbu davanın sonucu beklenilerek, iş kazası sigorta kolundan davacılara gelir bağlatılması ve bağlanan gelirin de hesap edilen maddi tazminat alacağından rücuya kabil kısmının tenzili gerekmektedir.” şeklinde ifade edildiği üzere davacıya süre verilmeli ve yapılan başvuru/açılan davanın sonucu bekletici mesele yapılmalıdır.